Saturday 6 August 2016

Efsane İngiltere - Macaristan Maçı : 3 - 6



şimdiki ofsayt kuralında 2 oyuncunun gerisinde olunması gerekirken 20.YY'in başında bu kuralda 3 oyuncunun gerisinde olmak gerekirdi. Fakat kural değiştirilip 2ye indirilince ingilizler 2-3-5 yerine defans ortasına merkez forveti tutacak bir oyuncu daha koyuyorlar. Bu yeni system W-M sistemi: 3-2-2-3. ve rakiplerini sürklase ediyorlar. 1953’e gelindiğinde Macaristan ile İngiltere karşılaşacak. o dönemde her pozisyonun numarası belirli.  Mesela 10 numara forvet arkası 9 numara ise santrafor ve merkezde. o zamanın siteminde ise markaj çok önemli ve oyuncular sahaya çıkarken numarayı markaj ediyorlar. O alana gelen oyuncuyu değil merkez forvet numarası giyeni yani 9 numarayı kim giyiyorsa onu markaja alıyorsun. İngiliz milli takımı 3 senedir yenilmeyen ve futbolu icat eden ülke, karşısındaki Macaristan ise komünist ülke. Macarlar İngiltere maçında 9 numarayı Hidegkuti'ye veriyor. Aslında kendisi forvet değil hücuma dönük orta saha oyuncusu. Macaristan'ın asıl gol silahları ise Puskas ve Koçsis. Puskas ise Kispest'in oyuncusu normalde. Fakat savunma bakanlığı klübe el koyduğu için takım Honved adını alıyor oyunculara da askeri rütbeler veriliyor. İngilizler Puskası pek tanımadığından binbaşı rütbeli puskasa karşı oynamayı küçümseyip alay ediyorlar. Hidegkuti'ye dönersek 9 numarayı giyen olarak defansın ortasındaki adamın markajına girecek: yani 5 numara. Macar Koçsis 8 numarayı giyerken Puskas 10 numarayı giyiyor. İngilizler onları giydikleri bu forma numaraları nedeniyle orta saha oyuncusu zannediyorlar halbuki santraforlar. üstelik ileriye oyunculari maçta sürekli yer değiştirerek kafa karıştırıyor markajcıları da peşinden sürükleyerek ve diğer oyunculara alan açıyorlar ama asıl darbeyi Hidegkuti’nin merkez forvet yerini boşaltmasından yiyor İngiltere. Harry Johnson Hidegkuti’nin peşinden orta sahaya giderek merkezi boşaltıyor. Diğer Macarlar aslında forvet olmayan Hidegkuti'nin bıraktığı boşluğu değerlendirerek gol pozisyonlarına giriyorlar. İngilizler ise daha önce böyle bir taktikle karşılaşmadıklarından maç boyunca çözüm üretmeye çalışıyorlar ama beceremiyorlar. O müthiş İngiltere sahadan 6 gol yiyerek ayrılıyor çaresizce. Dünyayı öyle şok edici bir maç ki 100 yılın en büyük maçı birçoğuna göre. Macaristan üst üste 36 maç kaybetmiyor, ve en son 1954 Dünya Kupası finalinde Batı Almanyaya 3-2 kabediyor. İngiltere galibiyetini büyük kalabalıklarla karşılamış halk Dünya Kupası finalini kaybeden oyuncuları bağrına şöyle basıyor: Efsane Puskas lig maçlarında kötü tezahürata maruz kalıyor, Sebe adlı oyuncunun çocuğu okulda dayak yiyor. Dünya Kupasının en iyi kalecisi seçilen Grosics ise tutuklanıyor

Sunday 31 July 2016

Bir Nefret Simgesi Olarak Neoliberalizm

Bir Nefret Simgesi Olarak Neoliberalizm

Tarih: 
Caner Gerek
1929 tarihli Büyük Buhran’dan sonra Britanyalı bir iktisatçı olan Keynes’in fikirleri değer kazanmaya başlamıştı. İstihdamı öne alan bu düşüncede, talep kendi arzını ortaya çıkaracak o nedenle de devletin talebi artırıcı bir rol üstlenmesi gerekecekti. Serbest piyasaya (özellikle ekonominin kötü gittiği kısa dönemde) devlet müdahalesini öneren ve hatta ekonomik durgunluk dönemlerinde istihdam için devletin gerekirse çukur kazdırıp sonra o çukuru doldurtabileceğini söyleyen talep yönlü bir iktisadi düşünceydi bu. Piyasanın kendini regüle edeceğine inanmıyordu bu düşünce. Büyük ilgi gören Keynesyen fikir ile birlikte 1944 yılının temmuz ayında, New Hampshire eyaletinin Bretton Woods adlı beldesinde 44 ülkeden delegeler toplanarak uluslararası bir para sisteminin temellerini kurdular. Anlaşmaya katılan ülkelerin parasının değeri artık dolara göre belirlenecek ve 1 ons altının değeri de 35 dolar olacaktı. Artık ülkelerin parasının değeri dolara karşı sabitlenmişken, sadece istisnai durumlarda değerde oynama olabilecekti.  Ayrıca değerde sadece %10’a kadar bir değişime izin verilecekti; aksi takdirde IMF adlı bir kuruluşun izni gerekecekti. Böylece dengesizlik durumları için bir kuruluş ortaya çıkmıştı ve hatta dengesizlikler noktasında ülkelere yardımcı olacak diğer bir kuruluş daha: Dünya Bankası. Keynesyen fikir yeni ortodoks politika haline gelirken bugün neoliberalizmle ilişkilendirilen kurumların da temeli atılıyordu aslında.
Bu sistem 1970’lere gelindiğinde ekonomik anlamda kötü sinyaller vermeye başladı. Çeşitli ülkelerde görülen stagflasyon (büyüme düşerken enflasyonun arttığı durum), mali krizler ile birleştiğinde görüldü ki Keynesyen sistem artık calışmamaktaydı. 1971’e gelindiğinde altının temel uluslararası para olması durumu terk edildi. Üstelik 1973 OPEC ambargosu da ekonomik problemleri daha da derinleştirmekteydi. 
Devamı için

Saturday 30 July 2016

Bir Türkiye Anısı: Turgut Özal

 

1950’li yıllarda genç bir mühendis olarak bindiği Amerika uçağında Özal yanındaki arkadaşlarıyla otururken Amerikalı hostes yanlarına gelir ve İngilizce bir şey sorar. Özal ve arkadaşları pek İngilizce bilmediklerinden anlamazlar ne dediğini. Cevap vermek zorunda hissettiklerinden dolayı arkadaşlarının hepsi “no” cevabını verir. Sadece Özal ‘’yes’’ der. Hostes bunun üzerine Özal’a güzel yiyecek ve içecekler ikram ederken arkadaşları bu durumu izlemek durumunda kalır. Turgut Özal’ı diğerlerinden ayrıştıran pozitif bakış açısının çok güzel bir hikayesidir bu aslında.
Bu yazı Özal’ın Türkiye’nin liberalleşme sürecine katkılarıyla başlayıp devamında ona gelen eleştirilerden bahsedip son kısımda ise bugünün Türkiye’sine dair karşılaştırmalar yapacaktır.
Bürokrat olduğu dönemde 24 Ocak kararlarının alınmasında başrol oynayan Özal, bu kararların alınmasındaki ısrarıyla ekonomide klasik reform yapmanın ötesinde ekonomiyi ithal ikameci anlayıştaki devletçi himayenin prangalarından kurtarıp serbestleşmesinde ana aktör olmuştur. Ülkenin döviz sıkıntısı ortadan kalkacak, artık Maliye Bakanlığından dilekçelerle dolar talep edilmeyecek, yurtdışında maksimum 200 dolar harcama kısıtı kaldırılacak, cebinde dolar bulundurmak suç olmaktan çıkacak ya da yurtdışına sadece iki yılda bir çıkabilme gibi bugün bize komik gelen inanılmaz yasaklar ortadan kalkacaktır. Artık ihracat ile büyüme hedefi olan, ithalatın da serbestleştirildiği bir ekonomi politikası vardır. İşverenin önündeki bir engel olarak % 60’lara varan vergiler % 15’lere kadar indirilecek (her ne kadar KDV uygulanmaya başlansa da), kıtlık nedeniyle ürünleri karaborsadan bulmanın aksine artık bolluk dönemi yaşanacaktı. Aslında Türkiye bambaşka bir çehreye bürünecekti. Artık üretmeyi düşünen ve bunu yaparken de vizyon olarak gözünü dünyaya diken bir düşünce yeşeriyordu. Belki de bu en büyük ve kalıcı katkısıydı.
Devami icin

Bir Politik Felsefe Olarak Anarko-Kapitalizm ve Onun Özgürlük Eleştirisi

Bir Politik Felsefe Olarak Anarko-Kapitalizm ve Onun Özgürlük Eleştirisi


“Devletler neden vardır?” sorusu politik felsefenin en temel sorularından birisi olmakla birlikte, temeliyle uyumlu olmayan bir şekilde cevabı pek de düşünülmeyen bir sorudur. Bu aygıtın varlığının nedenini, meşruiyetini ve ahlaki zeminini sorgulamaya başlamamamız, bizim onunla ilgili değişik düşüncelerle karşılaşmamıza ve ona göre devlete bir rol biçmemize ya da onu ilga edilmesi gereken bir aygıt olarak düşünmemize yol açacaktır. Bu noktada devlete rol olarak bir yok oluş öneren ve dolayısıyla anarşi öneren fikirlerden birisi de anarko-kapitalizmdir. Devletin sorumluluk alanlarının yeterince kısıtlanarak varolmasını savunan liberal fikirlerden en ayırt edici özelliği, onu zorunlu kötülük olarak görmektense ahlaken kaçınılması gereken bir kötülük olarak görmesi ve devletsiz yaşamın görece daha iyi olacağını savunmasıdır.
Anarko-kapitalizm için anarşi ortamının meşruluk ölçütü kendinin sahibi olma ilkesi ve saldırmazlık aksiyomudur. İnsan, kendisi üzerinde (burada kendilik düşünceden başlar ve mülkiyettir) mutlak bir egemenliğe sahip olduğu gibi, bu egemenliği, Lockecu düşünceden farklı olarak, devredebilme hakkı da bulunmaktadır. Bu egemenlik sayesinde birey, hayat, özgürlük ve mülkiyet hakkına sahiptir ve aynı zamanda bu durum diğer bireylerin davranışlarına da sınır getirir. “Özel mülkiyet, varolan kaynakların sınırlılığı nedeniyle eşit dağıtılma imkanı olmaması, farklı bireylerin farklı amaca sahip olması ve bu farklılığa uygun şekilde kişisel çıkar gütmesi açısından bir gereksinimdir” (Friedman 1989: 15). Saldırmazlık aksiyomunu ise doğal durum halindeki insan tasviriyle birleştirmek bir anlamda zorunludur.

Devami icin
 http://liberplus.com.tr/index.php?route=product/product&path=74_60&product_id=58

Friday 29 July 2016

Amişler kimdir?



Okyanusun öte tarafında birçoğumuzun adlarını hiç duymadığı, gelişmişliğin en son aşamasına ev sahipliği yapan Amerika’da moderniteye direnmeye çalışan enteresan insanları, Amisleri, anlatıyor kitap. Bu yazı da bir kitap eleştirisi olmaktan ziyade kitapta anlatılan Amish inancına, yaşam tarzına ve ekonomisine dair çarpıcı bilgileri anlatmakta.
Amislerin kökleri 16. yüzyıla dayanmakta ve muhalif Anabaptistler [1] olarak kabul edilmekteler. İsviçre’de ortaya çıkan Amis inancı toplumdan dışlanma, çeşitli zulümler görme ve ekonomik koşullar gibi nedenlerle Kuzey Amerikaya (daha çok Pensilvanya civarına) göç etmek durumunda kalmasına yol açıyor 18. yüzyılda. Bir inanç farklılığı olarak kilise ve devlet ayrımını yapıyorlar, kendilerine ait kiliseleri var. Her bir kilise etrafında ortalama 150 civarında Amis yaşamakta. Her pazar, komşularıyla herhangi birisinin evinde toplanıp hem komşuluk ilişkilerini geliştiriyor, hem de dini ibadetlerini yerine getiriyorlar.
Tabiiki onların en ilgi çekici özellikleri teknolojiye ve modernliğe dair geleneksel duruşları. Bu özellikleri dışında trafikte at kullanımıyla, ibadetlerini evde yapmalarıyla, göz alıcı renk ve dizaynlardansa düz sade kıyafetleriyle, uzun sakallı halleriyle, 17. yy dönemi kıyafetlerini andıran pek de bugün alışık olmadığımız kadın kıyafetleriyle, sekizinci sınıftan sonra çocuklarını okula göndermemeleriyle de tanınıyorlar. Haliyle Amerikanın orta yerinde bu özellikleriyle ilgileri üzerlerine çekiyorlar. Her ne kadar kendi aralarında yaşasalar da daha çok, dış dünyadan tamamen kopuk değiller. Bizim anaakım medyada çok tıklanma amacıyla konulmuş sürekli Amazon ormanlarında keşfedilen dünyada ne olup bittiğinden habersiz insanlardan değiller. Veyahut imkansızlıklar nedeniyle modern teknolojiye ulaşamıyor değiller, bilinçli bir tercihten bahsediyoruz. Kendileri gibi olmayan modern insanlarla minimum düzeyde de olsa etkileşim halindeler ve onların dünyasına da girip çıkıyorlar, hem de o lüks araçların arasına bu faytonlarla girerek.
Teknolojiyle ilişki
Amisler elektrik kullanmıyorlar. Elektiriği evlerinde kullanmayınca haliyle mikrodalgadan buzdolabına, çamaşır makinesinden televizyona kadar herşeyi reddetmekteler. Araba ya da telefon da satın almıyorlar ama telefon kullanıp arabaya binebiliyorlar. Yani sahip olmasalar da kullanıyorlar. Arabayı günah görmüyorlar fakat gelecek jenerasyonlar için zararlı olma ihtimalinden endişelenmekteler. Araba, modern hayata dair kötü alışkanlık olarak çok şey sembolize etmekte onlar için: anlık mobilite, bağımsızlık, hız ve statü. Telefon kullanımı, ticari özellikli araç kullanımı, hydrolik güç kullanımı ekonominin getirdiği geleneksellikten uzaklaştıran faktörler onlara göre. En muhafazakar olanları telefon kullanımını acil durum vakası dışında yasaklamıştır. Diğerleri ise sadece işyerleri için izin vermekteler, evde kullanım yasaktır. Ya da en fazla Amis olmayan komşularının telefonunu kullanabilirler. Telefon ibadetin, sessizliğin, çalışmanın ve ziyaretin önünde engel, bir anlamda da zevki olması gerekçesiyle gereksiz. Telefon sözlü iletişim aracı olması nedeniyle yüz yüze iletişim kurmanın ve dolayısıyla toplumsal harmonin de önünde engel. Aynı zamanda bireyselleşmeyi artırıcı bir iletişim aracı. Sessizlik pratiğinin karşısında sözlü iletişim örneği olduğu için bir engel.
Fakat yine de gittikçe yaygınlaşmakta telefon evin dışında tutulması şartıyla. Bilgisayar kullanmamalarının altında ise gelecekte televizyon kullanmaya iteceği endişesi var. Amislerin temel bir diğer özelliği olan kollektif düşüncenin hakimiyetini tam buraya eklemekte fayda var: Amish inancı bireyselliğe değer vermiyor. Modern toplumdaki bireyselliğe karşın mutluluğun toplum için fedakarlıkta bulunmaktan geçtiğini düşünüyorlar. Ziynet eşyalarına, renkli ya da göz alıcı giyinmeye ve fotoğraf çektirmeye mesafelilikleri hep bireyselliklerini yok etmek adına. Fotoğraf çekimlerinde yüzlerini saklamaya çalışıyorlar. İçlerinde birilerinin sıkıntısı olduğunda genelde beraber hareket edip ona yardımcı olmaya çalışmaktalar. Yine inançları gereği herhangi bir çatışmada sessiz kalmayı, sabri tercih ediyorlar, dolayısıyla pasifist bir yapıdalar. Teknolojiye dair çekincelerinde bu bireyselci olmayan anlayışın çok büyük etkisi var.
Fakat teknoloji ürünlerinin tamamını reddetmiyorlar; teknolojiyi kullanım konusunda seçiciler: deterjan, barbekü, pudding gibi ürünleri kullanabiliyorlar. Yeni olana bakıp analiz edip onların kötü, faydalı ya da nötr olduğuna dair karar vermekteler. Bir diğer teknolojiye direnememe nedenleri ticaretin getirdiği sınırlamalar. Süt ürünlerini modern işletmelere sattıklarından dolayı mecburen süt üretiminde teknolojiyi kullanmak zorunda kalıyorlar. Aksi takdirde şirketler sağlık riski gerekçe göstererek süt almıyorlar ya da sütleri daha düşük kalite ürün olarak kabul ediliyor ve fiyat düşüyor. Ekonomik açıdan süt teknolojisi kullanmaları haliyle fiyatları artırıp Amis ailesi gelirlerini artırmakta.

Ekonomi
Ekonomilerinden bahsetmeden önce nüfusa değinmekte yarar var zira nüfustaki değişim modernle olan ilişkide önemli bir noktada. Amislerdeki nüfus artışı Amerika ortalamasının çok üstünde. Her ailenin 6-7 çocuğu bulunmakta. Her 20 yılda bir nüfusları ikiye katlanıyor. Bu nüfus artışı biraz da tarımsal toplumlarda çocuğun kutsanmış bir değer olarak görülmesiyle alakalı(imiş). Tarım toplumlarında görülür dediğimize göre çoğunluğunun tarımdan geçimlerini sağladığını söyleyebiliriz. Fakat nüfusla birlikte sahip oldukları tarımsal arazi konusunda problemlerle karşı karşıyalar. Artan nüfusla birlikte toprak talebinin artışı ve bu nedenle de tarımsal arazi fiyatlarının yükselmesiyle artık tarım dışındaki sektörlere de geçiş yapmak zorunda kalmaktalar. 1970’te % 61 olan tarım çalışanı 1988’de % 37’ye düşmüş (Meyers; 1991b:315). Diğerleri mikro-enterprise ve fabrika işçiliğine geçiş yapmaktalar. Bu durum ise hayatlarına dair bir takım değişikliklere yol açmakta, geleneksellik modernite ile etkileşim üzerinden savaşa girmekte. Artık dış dünya ile daha çok etkileşim içerisinde olmalarının sonucunda eğlence anlayışları ve aile büyüklükleri değişmekte ve de gelir farklılıkları oluşmakta.
Tarıma göre daha popülerlik kazanan mikro-enterpriseların zamanla büyümesinden çekinmekte Amisler çünkü tarımda çalışanlar diğer mikro-enterprise ve fabrika çalışanlarına göre daha az kazanmakta ve gelir dağılımı bozulmakta. Ayrıca onların inançlarında büyüklük insanda tahribat yaratır. Burada gücün yozlaştırmasına da atıf yapıyorlar. Bahsi geçen bu mikro-enterpriselar ise genelde başarısız olmuyor; finansal anlamda çoğu gayet başarılı. Onları başarı noktasında görece diğerlerinden ayıran yönlerinden birisi iş etiği konusundaki hassasiyetleri. Çok uzun süreler ara vermeden çalışmaktalar ve genelde tatilleri yok. İşyerleri ise gayet mütevazı ve görselleri çok çekici değil; maliyet düşürücü. İşçi ve işveren arasında kollektif bir uyum var; hiyerarşik yapı olduğunca düşük. Başarılı finansal tabloya götüren bir diğer unsur ise sosyal güvenlik maliyeti olmaması (bu noktaya ilerde değineceğim). Kültürel özellikleri de Amerikalılarca ürünlerine olan ilgiyi artırmakta, pazarlanma noktasında farklılaşmış ürün muamelesi görmekte ürünleri. Öte yandan, sekizinci sınıftan sonra çocuklarını okula göndermemeleri sonucunda herhangi bir alanda uzmanlaşamıyor çocuklar. Fakat tarım yerine mikro-enterprise ve fabrika çalışanlarda uzmanlaşma görece artıyor.
Kendi ürünlerini şehirdekilere ve özellikle kendilerini görmek için gelen turistlere satmaktalar. Fakat “please”, “thank you”, “have a nice day” gibi ifadeleri kullanmaktan kaçınıyorlar zira bunun satış için ikiyüzlü bir davranış olduğuna inanıyorlar, bu da inançlarına ters, her ne kadar satış esnasında kaba görünseler de.
Devlet – Amis İlişkisi
Devlet ile Amis ilişkisinin olumlu gittiğini söylemek pek mümkün değil. Nüfus artışı gibi nedenlerle sürekli göçler, yeni yerleşim yerlerinde güvenlik güçleri ile karşı karşıya gelmelerine ve polislerin inançlarını bilmediği bu insanlara inanç noktasında tolerans göstermemelerine ve bu da çatışma ortaya çıkmasına yol açmakta.
Bir diğer çatışma noktası gittikleri yerde tarım arazi fiyatlarının artmasına neden olmaları ve teknoloji kullanmamaları nedeniyle tarımsal üretim araçlarının satışını düşürmeleri (ya da benzin, motorin vs satışını) gibi nedenlerle nispı fiyat ve gelir değişimlerine yol açmaktalar ve dolayısıyla halkın tepkisini çekmeleri nedeniyle problem oluşturmaktalar.
Üçüncü bir çatışma ise devletin zorunlu sosyal sigorta uygulamalarını reddetmeleri nedeniyle doğan anlaşmazlıklar. Amis kültüründe sigorta yerine aşağıda bahsedeceğim kollektif yardımlaşma onlar için daha önemli. Sigorta ve türevleri onlara göre toplum yapısında tahribata yol açmakta. İşte bu noktada toplumsal değerlerin yıkılmaması adına sigortaya karşı çıkıyorlar ve devleti ikna edebilmiş durumdalar.
Dördüncü çatışma alanı trafikte kullandıkları faytonlar nedeniyle güvenliği riske atmaları ve bunun için gerekli kırmızı uyarı ışığı kullanmayı inançlar nedeniyle reddetmeleri. Devlet ise bir üstteki çatışmadan farklı olarak negatif dışsallık nedeniyle bunu kabul etmemekte. Nitekim artık zorlamalarla çoğu Amis bu işareti kullanmakta. Sonucunda da modern otoyollarda atlarla modernliğe direnen enteresan insanlar görüntüsü ortaya çıkmakta. Ya da yeni inşa edilen ticari binalarda yangın ihtimaline karşın yangına karşı teknolojiyi reddetmeleri ve devlete direnmeleri de bir diğer güvenlik kaynaklı çatışma durumu.
Beşinci anlaşmazlık ise devletin eğitim dayatmasının Amishlerce kendi gelenekselliklerini korumak adına reddetmelerinden kaynaklanmakta.
Eğitim
Eğitim konusunda devletin zorunlu eğitimine karşı isyan etmelerine rağmen sekizinci sınıfa kadar göndermeye razı olmuşlardır. Zorunlu eğitim yaşı 16’ya çıktığı durumda ise sekizinci sınıfı tekrar okutarak lise eğitimi almalarını engellemeye çalışmışlardır:) Zamanla da Amislerce eğitim verilen okullara kaydırmışlardır çocuklarını kamu okullarından. Bu bir anlamda kamu eğitiminin ve kamu okullarında okuyan öğrencilerle etkileşimi ortadan kaldırarak dış dünya ile etkileşimi sınırlandırma çabasıdır. Kamu okulları verilen eğitim ve yapılan aktiviteler açısından ailenin çocuk üzerindeki kontrolünü azaltması nedeniyle de onlar için endişe verici. Okulda fen bilimlerine ve eleştiril düşünmeye dair eğitim almamaktalar. Rasyonel düşünme açısından plancı değiller, herhangi bir aile ya da kariyer planlaması yoktur (modern bireyin tercihe bağlı yaşamından ayrışmaktalar bu yönleriyle). Medyayı okumamaları, siyasete katılmamaları, herhangi bir organizasyona üyeliğin yasaklanması, kültürlerini muhafazaya yardımcı olmakta. Dini bilgiler sözlü şekilde ve gözlemle öğretilmekte.

Aile ve Yaşam
Kadınlar genelde ev işleriyle uğraşmakta Amis kültüründe. Ev işlerinin yanında çok çocuklu aileler olmaları nedeniyle çocukların bakımı ve ilgisi de daha çok anneye düşmekte. Modern dünyadaki Kadın onlara göre kadın olarak kalamamakta. Erkekler gibi giyinmekte, erkek işlerini yapmakta, aynı haklara sahip olmakta ve böylece erkek olmakta. Baba ise tarladan ya da işten geldiğinde aileyle ilgilenmekte. Fakat tarlada çalışmaktan fabrikada çalışmaya döndükçe babaların çocuklarına daha az vakit harcadığı görülmekte bu da aile ilişkilerini etkilemekte. Üstelik işyerleri evden uzak olduğu durumda çocuğun babasının işine olan aşinalığı azalmakta, bir çeşit yabancılaşma durumu oluşmakta onlara göre. Büyükbaba ve büyükanne ile yan yana yaşamaktalar ve neredeyse mümkün olan minimum sayıda insanla etkileşim halindedirler.
Tarlada çalışmayanlar dış dünyayla daha fazla etkileşime girdiklerinden dolayı boş zaman aktiviteleri kazancın da etkisiyle birlikte kültürel anlamda diğerlerinden farklılaşma gözükmekte. Tarımda çalışanlar ise boş zaman aktivitesi olarak yine çalışmayı sayabiliyorlar. Tarımda çalışan aileler için gelirin daha düşük kalması yeni doğan çocuklarda tarım işlerine olan ilgiyi de azaltmakta olduğunu söylüyorlar. Yapılan bir araştırmada, Amis kültüründen kopma, Amish hayatını terk etme açısından fabrika çalışanlarının çocuklarının farklılık gösterdiğine dair istatistiki olarak anlamlı sonuç bulamamışlar. İnançları koruma açısından fabrika çalışanı çocukları, tarım ailesi çocuklarından % 5 oranında daha az başarılı. Bazı aileler traktör kullanan modern insanları gören çocukların, aynı işi kendilerinin çok daha uzun sürede yapmaları nedeniyle moral bozukluğu içerisine girdiğini görmekte:)

Modern hayatta kiyafet kendini bir ifade edis bicimiyken, uniforma tarzindaki Amis kiyafetleri grup kimligini, sadakati ve topluma kendini teslimi ifade ediyor. Modern dunyadaki buyuk, kuresel ve kurumsal yapilarin aksine neredeyse tum yapilar kucuktur: kucuk olcekli sosyal organizasyonlar, kucuk kilise bolgeleri, kucuk tarim isletmeleri vs. Modernite tercihler uzerinden yoluna devam ederken belirsizlik icerir, Amis hayati ise tercihci olmaktan uzaktir.
Bazi diger Notlar
— Amish hayatinin kurallarina Ordnung deniyor. Amishler yazili olmayan Ordnungkurallarina uymak zorundalar. Fakat vaftiz olana kadar Ordnung’e uyma konusunda tolerans saglaniyor genclere digerleri ise uzaklastirma ya da aforoz gibi cezalandirilmalara tabi.
— Merkezi bir liderlik bulunmamakta, desantrilize yapidalar.
— “biz guzel zaman gecirmek icin burada degiliz ya da para kazanmak yahut unlu olmak icin.” diyor bir Amish roportajinda
— Onlarin hayatina dair kismi bilgiler edinmek adina guzel bir film olarak onlarin duyulmasini saglayan basrolunu Harrison Ford’un oynadigi 1985 yapimi Witness filmini tavsiye edilebilirim.
— Youtube’da Amish: A Secret Life adli belgeselden de hayatlarina dair enteresan bilgiler elde etmek mumkun (https://www.youtube.com/watch?v=HtNXvE_rLoE ). Belgeselde bir Amish ailesi normalde yasak olmasina ragmen hayatlarinin videoya cekilmesine izin vermekte, evlerinin kapisini acmaktalar. Bilinmesi halinde Amishlerce aforoz edilme riskine ragmen aile kabul etmis. Kitabin yazildigi donemle belgeselin icerigine bakildiginda 1994ten bu yana Amislerin temel ozelliklerinin pek degismedigi gorulse de muhakkak rakamsal degismeler olmustur.
— Dini pratiklerinde kiliselerden kiliselere farklilik gorulebilmesi nedeniyle bir kilise bisiklet kullanimini bile yasaklarken digeri serbest birakabiliyor. Ya da calistigi yerde telefon bulundurmak serbest ya da yasak olabiliyor farkli bolgelere gore.
Kitap adi: The Amish struggle with modernity‏
Yazarlar: Kraybill, Donald B., and Marc Alan Olshan
Basim Yili: 1994
[1] Anabaptizm radikal reform talep eden Hristiyan bir harekettir. Amishler ozelinde temel ayirici ozellik olarak baptizmin cocuklar icin degil yetiskinler icin olduguna inanmalaridir. Dolayisiyla birey yetiskin oldugunda vaftiz edilmelidir.
[2] Her ne kadar kendilerini genel olarak geleneksel kabul etsek de kendi iclerinde daha geleneksel ve modern olanlar olarak da ayrismaktalar. Geleneksellesme daha kirsal alanlarda yasayanlar icin cok daha fazla iken sehirle ic ice olanlar daha modernize.
  Bu yazi daha once su kaynaktan paylasilmistir 

http://iktisat.biz/2015/09/15/gelenekselin-modernle-kavgasi-amisler-uzerine/

Rothschild ailesinin ortaya cikisi



Britanya’daki Wellington Dükü Wellesley 1808’den itibaren Kıta Avrupası’nda Portekiz’de Napolyon’a karşı savaşmaktadır ve bu savaş uzun yıllar alır. Savaşın uzunluğu nedeniyle Britanya hükümeti maliyetleri karşılamak adına tahvil çıkartır ve bolca nakit elde eder. Fakat tahvil satışıyla gelen banknotlar uzak bölgelerde, yani Portekiz’de, işe yaramaz. Britanya Hükümeti’ne daha konvertibl para lazımdır yani dışarıda da kabul gören bir para. Altın sikke yollamaksa pahalı ve tehlikeli ama tek seçenek gibi durmaktadır.
Bu dönemlerde (1800’lü yılların başı) Nathan Rothschild ise İngiltere’den Almanya’ya tekstil ürünü satışı yapmaktadır ve bu satışlardan elde ettiği gelirlerle İngiltere’de banka kurar. Napolyon ise İngiltere’ye karşı ticari ambargo uygulatmaktadır. Rothschild ailesi amborgaya rağmen altın kaçakçılığında tecrübeli bir ailedir. Altın kaçakçılığı yapabilmesine de aslında Fransızlar göz yummaktadır zira merkantilist anlayışa göre değerli madenlerin İngiltere’den çıkması İngilizler’i zayıflatacaktır ve bu da Fransa’nın lehine bir durumdur. Rotschild ailesinin altın kaçakçılığındaki bu tecrübesi nedeniyle Britanya hükümeti Rothschild ailesine altın bulma konusunda talimat verir. Almanya, Fransa ve Hollanda’dan 600 milyon poundu geçmeyecek şekilde altın toplanmalıdır ve bu paralar da savaşan İngiliz ordusuna iletilmelidir. Portekiz’e böylesi yakın yerlerde Rothschild ailesi 1.2m£ civarı altın toplar. Rotschild ailesinin bankacılık ağları çok kuvvetlidir çünkü beş kardeş olarak Avrupa’ya yayılmışlardır. Bu beş kardeşten Nathan Londra’da, Amschel Frankfurt’ta, Carl Amsterdam’da, James ise Paris’tedir. Beşinci kardeş Salomon ıse joker olarak Nathan nerde görev verirse orada bulunmaktadır. Bu beş kardeş ülkeler arasındaki altın fiyatları farkından yararlanarak altın alım satımından kar elde etmeye çalışır. İktisatçı deyimiyle arbitraj yapmaktadırlar. Hangi ülkede altın fiyatı daha yüksek olursa o ülkede altın satışı yaparak kambiyo senedi alırlar. Alınan kambiyo senediyle de altının daha ucuz olduğu ülkeden daha çok miktarda altın almaktadırlar. Üstelik yaptıkları alım satımlar yüklü miktarlara ulaştığı için aynı zamanda fiyatları etkilediklerinden, kar daha da fazla olmaktadır. İngilizler için altın toplama talebi alan aile, aynı zamanda İngiltere’nin müttefiklerine yapmak istediği yardımı da organize eder. Toplanan altınlar Hollanda’dan İngiliz gemilerine yüklenerek Fransa’ya doğru ilerleyen Wellington’a gönderilecekti ve altın nakliyatı da bu işin önemli bir parçasıydı. Altın konusundaki deneyimleri ve bağlantıları İngilizler’in onları bu riskli işte kullanmalarına yol açıyordu ve işin riskli olması nedeniyle Rothschild ailesinin aldığı komisyonlar da haliyle yüksek oluyordu İngilizler’den.
Hikaye burda bitmiyor. 1814’te tahttan indirilen Napolyon bir sene sonra tekrar tahta dönüp imparatorluğu diriltmeye karar verir. Bunu haber alan Rothschild ailesi hemen altın alımı yapmaya başlar. Amaç önceki durumla aynı: ihtiyaç olduğunda hemen İngilizler’in isteği doğrultusunda Wellington’a göndermek. Rothschildler nerdeyse bulabildikleri tüm altınları toplarlar. Nathan Rothschild aynı zamanda İngiltere’nin müttefiklerine yapacakları yardımları da organize etmeyi teklif eder ve bu durum kazançlarını daha da artıracaktır. Rothschild ailesinin bu kadar altın alıp komisyon üzerinden İngilizler‘e verme planı yaparken aldığı risk ise savaşın uzun sürmeme ihtimaliydi. Eğer savaş kısa sürerse İngilizler bu altınlara ihtiyaç duymayacak ve altınlar Rothschild ailesinin elinde kalacaktı. Nitekim hiv beklenmeyen gerçekleşir ve Waterloo Savaşı kısa sürede biter, İngilizler zafer kazanır. Dolayısıyla İngilizler savaşın finansmanı için Rothschild ailesine ihtiyaç duymaz. Üstelik savaş döneminde hızla yükselen altının fiyatı da düşecektir. Büyük bir zararla karşı karşıya olan Rothschildler son bir hamle yaparak İngiliz tahvillerini toplarlar. Waterloo savaşının kazanılması ve borç yükünün düşecek olması nedeniyle tahvil fiyatlarının artmasını bekleyeceklerdir. Diğer kardeşler ümitsizken Nathan iki sene boyunca tahvil fiyatlarının yükselmesini buyuk bir sabırla bekler. İkinci yılın sonunda tahvil fiyarları %40 yükseldiğinde tahviller satılır. Nathan tahminlere göre bugünün değeriyle 600milyon £ civarı kar elde eder bu işten ve büyük bir servete ulaşır.
Hikayenin zayıf bir versiyonunda ise Rothschildler İngilizlerin Waterloo’da zafer kazandığını olay yerinde görmüş ve Wellington zaferi Britanya’ya bildirmeden önce fırtınalı Manş denizini aşarak henüz savaş sonucuyla fiyatlandırılmamış tahvilleri piyasadan toplamıştır. Britanya’nın zaferi resmen bildirildiğinde ise artan fiyatlardan tahvilleri satmışlardır. Hatta öyle ki Alman Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in yayınlanmasına izin verdiği bir filme göre (Die Rothschilds) Rothschildler İngilizler’in zaferini kesinleştirmek için bir Fransız generaline rüşvet vermiştir. Devamında da Britanya tahvil piyasasında savaşın sonucunu kasıtlı olarak İngilizler’in kaybettiği şeklinde soylenti yayıp fiyatları dibe vuran tahvilleri uygun fiyattan toplamıştır. Savaşın kazanıldığının ilanıyla birlikte de tahvil fiyatlarında büyük artış olmuştur. Goebbels’in filmin yayınlanmasına izin vermesinin altında Rothschild ailesinin Yahudi kökenli olması temel faktör olsa gerek.
Nathan Rothschild öldüğünde kişisel serveti Britanya GSMH’inin %0.62’si düzeyindedir. Dünyanın en büyük finansal gücüne ulaşmış olması nedeniyle kimilerince dünyayı yöneten beş büyük aileden birisi, kimilerine göre dünyadaki bütün kötülüklerin merkezi ve bu kötülükleri de itiraf etmiş ve yine bu itirafların da sadece internette araştırma yapan ve paylaşım sitesi facebook kullananların bilebildiği hanedanın tarih sahnesine çıkışı bu şekildedir.
Kaynak: Ferguson, N. (2008). The ascent of money: A financial history of the world. Penguin.

Bu yazinin yayinlandigi kaynak